Abidin DİNO(1913-1993)

Kağıt üzeri çini mürekkebi
Dış ölçü:40X40
İç ölçü:21X21

1930’lu yılların başında Nazım Hikmet’in şiir ve oyun kitaplarına kapak desenleri çizerek sanata başlayan Dino, 1933 yılında “D Grubu”nun kurucuları arasında yer aldı.

 

Dino, 1934 yılında sinema öğrenimi görmek üzere Rusya’ya gitti ve üç yıl kaldı. Bu süre boyunca Leningrad’da Eisenstein ve Yutkeviç’in yanında makyajdan dekora, rejiden senaryoya tüm yönleriyle sinema eğitimi aldı. Yutkeviç’in yönettiği  “Madenciler” filminde çalıştı. 1937’de II. Dünya Savaşı nedeniyle Sovyetler Birliği tüm yabancı öğrencileri geri gönderince Leningrad’dan ayrılmak zorunda kalan Dino, Sovyetler Birliğinden sonra Londra ve Paris’e gitti. Paris’te ressam ve dekoratör olarak film çalışmalarında bulundu. Gertrude Stein, Tristan Tzara, Sergei Eisentein, Andre Malraux ve Pablo Picasso gibi dönemin önde gelen sanatçılarıyla dostluklar kurdu. 1939’da Türkiye’ye dönen Abidin Dino, 1941de Yeniler Grubu’nun kurucu üyeleri arasında yer aldı. Çeşitli dergilerde çizgi ve yazılarıyla halktan yana, gerçekçi bir sanat görüşünü savunan Dino, çizgi ve desenlerin ön plana çıktığı resimlerinde işçi ve köylü tiplerini özgün bir üslupla işledi. Başlangıçta Picasso’nun etkisinde kalan sanatçı, daha sonraları yapıtlarında özgün ve yerel bir senteze ulaşmıştır. Yeniler Gurubu’nun Liman çevresindeki balıkçıları konu alan ilk sergisini açtığı 1941 yılında Abidin Dino, siyasi nedenlerle önce Mecitözü-Çorum’a, sonra Adana’ya sürgüne gönderildi. Adana’da Türk Sözü gazetesini yönetti. “Kel” adlı bir oyun yazdı, ancak oyun hemen toplatıldı. Çukurova’nın pamuk işçilerini konu alan resimler yaptı ve heykel ile ilgilenmeye başladı. 1952’de yurt dışına çıkış yasağı kalkınca kesin olarak Paris’e yerleşti. Fransa, Cezayir, Amerika gibi değişik ülkelerde sergiler açtı. Fransa Plastik Sanatlar Birliği onur başkanlığı ve New York Dünya Sanat Sergisi danışmanlığı gibi görevlerde bulundu. Türkiye'deki ilk kişisel sergisini 1969’da açarak Paris çalışmalarının bir bölümünü sergiledi. 1979 yılında Fransız Plastik Sanatlar Birliği’nin Onursal Başkanlığı’na seçildi, 1989’da Fransız Kültür Bakanlığı’nın Sanat ve Edebiyat Altın Şövalye Nişanı ile ödüllendirildi. Zaman zaman Türkiye’de kişisel sergiler açan Abidin Dino’nun sergileri arasında “Eller, Parmaklar, Acılar, Acayipler, Tedirginler, Domatesler” başlıklı sergisi (1984, İstanbul) ve “Bu Dünya Sergisi” (1987, İstanbul) vardır. El motiflerinden oluşan heykeli 1993”te Maçka'ya yerleştirilen sanatçı aynı yıl, “Biçimden Öte” ve “Acıyı Çizmek” adlı kitaplarını yayımladı.

 

 

Bu resimlere bakarken doğayı düşlemeyin.

Bu resimlere baktıktan sonra doğayı düşleyin.

Yalnız gözleriyle değil elleriyle gören ressamlar da vardır.

Abidin, onlardandır.

Bu nedenle olsa gerek sayısız el resmi çizmiştir. Ellerden hiç kurtulamamıştır.

Gören organın (elin) kendi kendini yaratması görünür kılması-

Abidin'in Anadolu dervişlerine olan tutkusunun, bunda bir payı olmalı.

Bu kez, bu resimlerde gören el göründüğü değil düşlediğini çiziyor.

Ama düş de görülür değil mi?

 

Coşkuyla yapılan resimler vardır.

Dalınçla yapılan resimler vardır.

Düşünceyle yapılan resimler vardır.

Düşleyerek yapılan resimler vardır.

Ressamın gözünü açıp yaptığı resimler vardır.

Ressamın gözünü kapayıp yaptığı resimler vardır.

Abidin'in resimleri tüm bunları kapsamak ister gibidir.

 

Ferit Edgü, Eylül 1989 Berlin

Abidin Dino, MD Galeri

 

 

"Gözün Belleği" yazısından:

... Abidin'in resimleri, daha az uçucu bir doğrudan, zaman ve mekân içinde ötelerden gelen ödünsüz ihtişamlarını seriyorlar ortaya. Çizmekten ve çoğaltmaktan hoşlandığı labirentlere bakılırsa, hiç kuşku yok ki bunlar çözümleri elimizde olmayan şifrelerle, anlamlarla yüklüdürler. Büyük bir istifin ortasına kondurulmuş yaralı, apaçık, geniş bir yarıktan. Eğer soyuttan salt düşünsel bir davranış anlaşılıyorsa, soyut kalmaları istenmiş nişan tahtalarından. Mavi bir gökyüzü dörtgeni üstüne açılan pencere ve mazgal deliklerinden. Özgürlük çağrısına yönelik açılan kıvrımlı, muhteşem kapılardan. Kimi surların tepesinde dalgalanan o küçük kızıl bayraktan. Renkler de bir şifreye ait olabilirler, perde perde kahverengi, ağır başlı, kesin sınırlı düzeylerden. Ama asıl bir ustalıkla bir boz-sarı, ya da turuncuyu patlatmasını biliyor bu komşuluk. Ve nasıl da insanlıktan yoksun bir dünyayı, mor ve pembeler sevecenlikle ılımlıyor. Fakat akla yakın olanla yetinmeli mi? Bu harika yapıların arkasında, coşkun bir sıcaklık, bir cana yakınlık sezinleniyor. Bu sadece bir varsayım. Yalanlasın bizi sanatçı bunu göze alıyorsa. (Jean-Marie Dunoyer, Le Monde, 4 Haziran 1977.)